Biz Ayrı Dünyaların Aşıklarıyız
Çektiği ilk filmiyle, Cannes’da büyük yankı uyandıran “Sinemanın Genç Dâhisi” olarak
nitelendirilen Xavier Dolan, 89
doğumlu Kanadalı yönetmen, şu sıra altıncı filmi üzerinde çalışmakta.
İlk filmi “J’ai tué
ma mére” (Annemi Öldürdüm), Cannes’dan 3(üç) ödülle döndü.
İkinci filmi “Les Amours Imaginaires” (Hayali Aşklar), Cannes’da ödüle layık
görüldü.
Üçüncü filmi “Laurence Anyways” yine
Cannes’da hayal kırıklığı yaşatmadı.
Dördüncü filmi “Tom at the Farm” (Tom
Çiflikte) da farklı bir tarz denedi ve bir kez daha kendini ispatladı.
Beşinci filmi “Mommy” ile Cannes 2014’de Nuri Bilge’nin “Kış Uykusu”na rakip oldu, Altın Palmiye için yarıştı.
Dolan’dan “oscarlık”
filmler bekliyorsanız, izlememelisiniz.
O
festival çocuğu.
İkinci filmi ‘Les
Amours Imaginaires’de de ‘J’ai tué ma mére’deki gibi imkansız aşklar
üzerinde duruyor Xavier Dolan. Bunu
bu sefer, ‘imkansız aşk’ ın evrelerini –belki de sebeplerini- göstererek
yapıyor.
Film bir ana episod ve 6 ara episod olmak üzere 7 kısımdan
oluşmakta. Filmin ana episodunda Dolan,
kendisi başrol oynarken ona Marie rolünde Monia
Chokri, Nicolas rolündeyse Niels
Schneider eşlik etmekte.
EPİSOD 1 – İmkansız
Aşk: Hayali Aşklar. Hayali Aşıklar.
Arkadaşlığımızın önüne
ne geçebilir?
Arkadaşlığımızı ne bozabilir?
Ya da
bozabilir mi?
“Aşk dostluğun önüne geçebilir mi?” biraz bu soru etrafında
biçimlenen ana bölüm; iki yakın arkadaşın aynı çocuğu elde etme sürecini
gösteriyor bize. Zaman zaman hırs ve çekişme hakim olsa da durumlar hiçbir
zaman çirkinleşmiyor.
Filmin başındaki giriş episodlarının aksine, Dolan karakterlerini, 3. gözle arkadan
bir çekimle tanıtıyor bize. Bu çekim, ne çoğu filmde kullanılır ne de çok
sevilir. Zaten tiyatro geleneğine göre de, oyuncu izleyiciye arkadaşını çok sık
dönmez. Ancak Dolan’ın karakterleri
sanki bizden bir şey saklıyor.
Hırs?
Tutku?
Mutsuzluk?
Ardından, arkadaşları arasındaki sarışın yakışıklı oğlan
hakkında konuşmaya başlıyorlar. Beğenmediklerini dile getiriyorlar. Tıpkı
istediği şeyi kötüleyen çocuk gibiler.
Sevdiği kızın saçını çeken küçük oğlan gibi.
Ancak gizledikleri ‘arzu’ Nicolas’dan gelen davetiye ile
açığa çıkıyor. Sevinçlerini çok net anlayabiliyoruz. Francis’in endişeli
halinden; çekingenliğini, Marie’nin keskin tavırlarından; hırçınlığını
seziyoruz.
İki karakter de filmde sık sık ayna karşısına geçiyor, sinematografik
olarak ayna; kendinle yüzleşmeyi temsil
eder. Nicolas’ın ayna sahnelerinde aynaya uzun süre bakmaması sürekli kafasını
eğmesi, kabullenmekte zorlandığı özelliklerini olduğunu gösteriyor. Marie’nin
ise gözlerini aynadan ayırmadan kendini izlemesi, keskin tavırlarıyla da
birleşince hırslı bir karakter olduğunu çıkartıyor ortaya. Üçlünün ilk kafe
sahnesinde ağırlıklı olarak Marie-Francis çekişmesine şahit oluyoruz. Daha
doğrusu Francis ve onunla çekişen Marie’ye. Dağ evine gitmeleriyle birlikte başta
tek taraflı olan bu çekişme, Francis’in tarafından da alevlenmeye başlıyor.
Çekişme zaman zaman yerini uslanmaz bir yarışa, elde etme mücadelesine
bırakıyor. Nicolas’ın ise ‘geniş’ tavırları, bu ortamı iyice geriyor.
Nicolas’ın saklambaç sahnesinde ve Francis’e yanaştığı diğer
sahnelerde, Francis’deki gerilim ve endişeyi çok net okuyabiliyoruz
bakışlarından. Marie’yi tiyatroya davet ettiğinde ise, sahip olduğu endişeyi
bir kez daha görüyoruz davranışlarında. Ancak Francis, kırılgan ve naif bir karaktere
sahip olduğundan, içsel olarak yaşıyor bu endişeyi, gerilimi. Marie ise daha
hırçın bir karakter. Nicolas ile Francis’in yakınlaşmasının farkına varmakta,
ancak buna göz yummak istememekte ve bunu davranışları ile belli etmeye
çalışmakta. Bu yüzden davranışları keskin ve acımasız. Sahip olamadığı
Nicolas’ı, Francis’e kaptırmamak için, Francis’i yıpratmaya bile hazır. Bunu
doğum günü sahnesinden çok net anlayabiliyoruz. Francis’i önce övüp, sonra
aldığı hediyeyi beğenmeyerek Francis’in kafasını karıştırmayı, belki psikolojik
olarak yıpratmayı amaçlıyor. Aralarındaki bu hırs ve gerilim o kadar belirgin
ki, birisi saçları ile uyum sağlaması için kazak alırken öteki saçlarını
kapatsın diye şapka alıyor.
Doğum günü sahnesi filmin en çarpıcı sahnesi kesinlikle.
Nicolas annesi ile dans etmektedir. Francis ve Marie ise onları izlemektedir.
Başta arkadan gördüğümüz karakterleri bu sefer önden görmekteyiz. Şarkı ile
birlikte başlayan “yanan-sönen” ışıklar, sanki bastırılmış duyguları açığa
çıkaran bir büyü. Her yanan ışıkta arzular gün yüzüne çıkmakta, her sönen
ışıkta bastırılmakta, karanlığa itilmekte. Tutku boyutuna dönmüş arzuları
bakışlarda, aynı zamanda ışıkla araya giren görüntülerde anlamaktayız.
Marie’nin filmin başında “Adonis kılıklı herif” diye nitelendirdiği Nicolas’ı Adonis heykeli
olarak görmesi, Francis’inse tek vücut olmuş çizimlerle arzusunu nitelendirmesi
oldukça çarpıcı. Öte yandan, Francis ve Marie’nin arkasındaki lezbiyen ve gey
çift, Dolan’ın aşka çaktığı bir
selam olarak nitelendirilebilir. Partinin ardından, Marie ve Francis Nicolas’ta
kalmıştır. Sabah Nicolas yazlık eve gitmeyi önerir. Marie işe gitmelidir fakat
Nicolas, arayıp hasta olduğunu söylemesini ister. Marie bir monolog şeklinde;
konuşmayı canlandırır.
“Alo, Marie arıyor. Ben hastayım.
Alo, hasta arıyor. Ben Marie’yim.”
Bu replik aslında Marie’nin psikolojisini çok açık bir
şekilde dile getirmekte. Sahip olduğu tutkunun hastalık boyutuna ulaştığının
kendisi farkında olmasa da, bize bunu repliği ile hissettiriyor. Francis’in arzusunun
cinsel aşamasını hissettiğimiz bir mastürbasyon sahnesi mevcut. Francis,
Nicolas’ın kıyafetleriyle birlikte mastürbasyon yapmaktadır. O sırada, kapı
çalar ve Nicolas’ın annesi gelir. Nicolas’ın annesi, Francis’e hitap ederken
ismini yanlış söylemektedir. Freud’a göre, bir bireyin birine hitap ederken
ismini yanlış söylemesi, bir sebepten dolayı ondan hoşlanmadığını gösterir.
Nicolas’ın annesinin Francis’e François demesinin sebebi de bu olsa gerek.
Çünkü konuşmanın ilerleyen kısımlarında da oğlunun kızlarla olan ilişkilerinden
bahsetmekte anne. Buradan yola çıktığımızda ise, Francis’e karşı olumsuz bir
tutumu olduğunu, bunun sebebinin oğlu ile yakınlaşması olduğunu, oğlunun
homoseksüel olmasından rahatsızlık duyabileceğini açıkça anlıyoruz. Yazlık eve
gittiklerinde kahvaltı sırasında, Marie’nin –istemeden de olsa-Audrey
Hepburn’den bir replik kullanması sonucu Nicolas Audrey Hepburn’e bayıldığını
dile getirir. Marie bunu yeni öğrenmektedir, ancak Francis’in bunu çoktan
bildiğini bakışlarından anlarız. Ki hatırladığımız gibi, filmin başında
Francis, Nicolas’a Audrey posteri hediye etmişti.
Marie, Francis’in bakışlarının hala umut dolu olmasından,
onu yıpratamayacağını anladıktan sonra artık Nicolas’ı uyarma aşamasına
geçmiştir. En yakın arkadaşının eşcinsel olduğunu ve Nicolas’ın ona
yakınlaşmasını yanlış anlayacağını direk dile getiremeyen Marie, Francis için “hassas biri” demeyi yeterli bulur. Ancak,
Marie artık olayı kontrol edememektedir ve Nicolas ve Francis’in gece boyunca
birlikte olduğunu öğrendiği sabah, eşyalarını toplar ve gitmeye karar verir.
Bu sırada Francis ile tartışmaya başlar, bu sahneler oldukça
etkileyicidir. Bu tartışma sırasında, Nicolas sıkıldığını ve dönmek istediğini
dile getirir. Bu ikisinin de birden donmasına ve her şeyin farkına varmalarına
sebep olur. Ancak artık aşk, mantıklarının ötesindeki tek gerçek olmuştur. Dolan’ın filmin başında Alfred DE MUSSET’den yaptığı “Mantığın
ötesindeki tek gerçek aşktır” alıntısı artık daha anlamlı oluyor. Daha sonra,
Marie ve Francis’in sancılı süreçlerine tanık oluyoruz. Özellikle Francis’in
Nicolas’a ulaşma ve aşkını itiraf etme sahnesi çok başarılı. Hızlı konuşmasından,
sert tavrından ve sürekli yere bakmasından, umut dolu Francis’in artık endişe
dolu olduğunu anlıyoruz aslında. Ve ilk kez Francis, sanki eşcinsel olmaktan
rahatsızmışçasına mutsuz. Bize bu sahnede film boyu ayna karşısında baktığı
işaret tablosunu da açıklıyor.
Her
reddedilme için bir tane.
Her
biri için.
Hatta
Nicolas için bile.
Marie ise Nicolas ile yolda karşılaşıyor. Ancak Nicolas’ın umursamaz tavırları
karşısında bir kez daha yıkıma uğruyor. Nicolas “fırında yemeğim var.” bahanesiyle yanından kaçtıktan sonra,
sigarasını bile yakamayacak duruma gelen Marie, terkedilmeyi kabullenememişliği
yaşıyor sanki. Sonrasında gelişen kabullenme ve unutma evrelerinin ardından
Marie ve Francis tekrar eski dostluklarına dönmeye çabalıyor. Ve başarıyorlar
da.
Birlikte yağmurda yürüdükleri şemsiye sahnesi, görsel açıdan kusursuz sayılabilir.
Bir yıl sonra.
Finaldeki parti sahnesinde ikili tekrar Nicolas ile karşılaşır ve Nicolas
hiçbir şey olmamış gibi yanlarına gelir. Nicolas’ın konuşmaya başlamasıyla
birlikte Francis “adlandıramadığım” bir hareket sergiler. Bir kasılma, bir iğrenme. Bir aşağılama. Nicolas’tan ne kadar
nefret ettiğini kusar bir şekilde. Ve Francis gitmek zorunda kalır. Sonrasında, Marie ve Francis “yeni
gözdeleri”ne doğru yol alır. Bize göz kırpan bu çocuk, Dreamers’ın Theo’sundan
başkası değildir.
Ana episod içerisinde değinmek istediğim bir şey daha var.
Sevişme
sahneleri. Dolan filmin
içerisinde iki tanesi Marie’ye, iki tanesi de Francis’e ait olan “renkli” sevişme sahneleri eklemiş ve bu
deneyimi klasik müzikle taçlandırmış.
Kırmızı, Marie.
Marie’nin ilk sevişme sahnesi, kırmızı renkte. Bildiğimiz gibi kırmızı, cinsellikle direk
bağlantısı olan bir renk. Şehvet, aşk ve
kanı temsil eden bir renk. Marie’deki arzuyu anlatmak için seçilebilecek en
güzel renk belki de kırmızı. Öte yandan sevişme sahnelerinde klasik müzik
kullanılması çok etkileyici ve çarpıcı. Müziğin ritmine uygun bir şekilde yavaşlatılmış
sahneler, şehvetle akıp gidiyor.
Yeşil, Francis.
Francis’in ilk sevişme sahnesi ise yeşil renkte. Koyu yeşil.
Koyu yeşil erkeksiliği temsil eden bir renk. Aynı zamanda çekingen ve tutucu
bir anlamı da mevcut. Francis’in karakterindeki çekingenliği düşününce aslında
seçilen rengin neden yeşil olduğunu anlamak hiç de zor değil. Sevişme öncesinde
partneri ile konuşuyor Francis. Partneri bir dergideki,“Hayalizdeki Erkek” adlı testi okuyor. Francis’ten hayalindeki
erkeği tanımlamasını istiyor. Francis ilk başta biraz çekiniyor, belki de
ürküyor istediğinden, hayalindekinden. Başta farklı birini tanımlıyor gibi
görünse de yaptığı tanım, Nicolas’tan başkası değil.
Sarı, Marie.
Marie’nin ikinci sevişme sahnesi. Nicolas tarafından
terkedildikten sonra. Sarı
renkte. Soluk sarı. Çürümeyi, hastalığı, kıskançlığı temsil etmekte.
Marie’deki çürümeyi, hastalığı ve Marie’deki kıskançlığı. Konuşurken gözleri
doluyor. Sürekli sigara içiyor. Mutsuz olduğu her halinden belli. Partneri bunu
anlayıp, iyi olup olmadığını soruyor. İyi
değil.
Mavi, Francis.
Francis’in Nicolas tarafından reddedildikten sonraki sevişme
sahnesi mavi renkte. Koyu mavi
yalnızlığı ve üzüntüyü simgeler. Sahne boyunca ağlayan Francis’ten bunu anlamak
hiç de zor değil doğrusu.
EPİSOD 2 – İmkansız
Aşk: Platonik Aşk ( #Konuşmacı 1)
İmkansız aşkın, yalnızlık ve platonik aşk evresi. Dolan platonik aşık karakter için, pek
de ‘güzel’ olmayan bir oyuncu tercih etmiş. Bu sayede, karakteri aslında
sevmememizi, onu yalnız hissetmemizi istiyor.
Konuşmacı, konuşmaya başladığında hepimizin bildiği
şeylerden bahsetmeye başlıyor. Çok özeleştirisel bir tespitle “Her zaman, mesajlarıma daha geç cevap veren
o küstaha aşık olurum.” diyor. Kadın bunları anlatırken, boğazında
düğümlenen tükürük, zaman zaman ağzının kuruyup sesinin kısılması ona
üzülmemize, acımamıza sebep oluyor. Ancak sadece acımamıza sevmemize değil.
Konuşmacı ekranda tekrar göründüğünde, bize platonik aşkından bahsediyor.
‘obsesyon’a dönüştürdüğü platonik aşkından. Aşık olduğu çocuğa karşı önlenemez
bir saplantıya sahip, hatta bunu kendisi de “sapıkça bir durum” olarak
nitelendiriyor.
Konuşmacı, takıntı haline getirdiği platonik aşkından
bahsederken en çarpıcı ve en rahatsız edici sahnelere geliyoruz, bunu ses
tonundaki hüzünden, anlatırken ki kendine acıma ifadelerinden anlayabiliriz.
Sevdiği çocukla, aynı ortamda bulunduğundaki ve bulunmadığındaki
davranışlarından bahsediyor. Burada izleyici ile direk göz temasları kurarak,
anlattıklarına bizi de dahil etmek istiyor. Ediyor da. Kimse; hoşlandığı biri
ile aynı ortamdayken ona adapte olmadığını ve eğer her zaman takıldığı yerde
yoksa neden orda yok diye düşünmediğini söyleyemez. Karakter anlattıkları ile
bizi yakalıyor ve neden başta sevmediğimizi daha iyi anlıyoruz. Bizi anlatıyor.
Konuşmacı, son kez ekrana geldiğinde sevdiği çocuğa açılma sürecinden
bahsediyor. Dolan bunu kesin bir sonla
bağlamamış, sanki bize bırakmış gibi görünmekte. Ancak hepimiz kızın
reddedildiğini düşünüyoruz. Hatta biliyoruz. Dolan’ın bu konuşmacıda kamerayı zaman zaman çok hızlı kullanmış, söylediği
bir kelime ile ekrana yaklaşan başka bir kelime ile ekrandan uzaklaşan hızlı
hamleler mevcut. Bu da aslında, karakterin ruh halindeki iniş ve çıkışlardan,
ani tepkilerden kaynaklı.
Öte yandan karakteri, Francis ve Marie ile benzetmek çok
yerinde olur. Konuşmacı 1, Filmde Marie ve Francis’i sembolize etmekte.
EPİSOD 3 – İmkansız Aşk: Homofobi (#Konuşmacı
2)
Konuşmacı, ekrana homofobik söylemler ile giriyor. Ve
söylediklerinin ardından daha da homofobik bir soru yöneltiyor; “Eğer
arayıştaysan meme mi tercih edersin, penis mi?” Soruyu ekrana yöneltiyor yani
sana, bana.
Konuşmacı, bir kez daha ekrana geldiğinde iste seksistliğini
bir yana bırakıp “Heteroseksüel isen,
heteroseksüelsindir. Gey isen, gey.” şeklinde bir tespit yapıyor.
Kafamızda, konuşmacının seksist değil, homofobik olabileceği algısı uyanıyor.
Konuşmacı, üçüncü kez ekrana geldiğinde iste Kinsey’in Cinsel Eğilim Cetvelinden
bahsediyor.
0. Sadece
heteroseksüel
1. Ağırlıklı olarak heteroseksüel,
tesadüfi homoseksüel
2. Ağırlıklı olarak heteroseksüel,
tesadüften fazla homoseksüel
3. Biseksüel
4. Ağırlıklı olarak homoseksüel, tesadüften fazla homoseksüel
5. Ağırlıklı olarak homoseksüel,
tesadüfi homoseksüel
6. Sadece homoseksüel
Konuşmacı dereceleri sayarken ki vurguları ve “tesadüften
fazla homoseksüel” derecesini sayarken arkadaşına “senin gibi” deyip dalga geçmesi,
karakterin homofobik bir karakter olduğu konusundaki fikrimizi kesinleştiriyor.
Ve ardından yine konuşmacı kameraya bir soru yöneltiyor.
“Peki sen bu ölçeğin neresindesin?”
Konuşmacı, bir arkadaş buluşmasını anlatıyor. Julie adındaki
arkadaşı ile birini bekliyorlar. Bekledikleri kişi geç kalmış. Bekledikleri
kişiyi “yakışıklı ve uzun boylu”
olarak betimliyor bize. Ve ardından bekledikleri kişi geliyor. Yanında bir
erkek olduğunu, hatta onun da uzun boylu ve yakışıklı olduğunu söylüyor. Bunun
ardından Julie’ye bakıp, “Bir erkekle
birlikte geldi!” diye şaşkınlıkla baktığını söylüyor. Bunları söylerken ki
ses tonundaki aşağılama; son derece rahatsız edici.
Homofobik karakterimiz,
filmde Nicolas’ın annesini, belki biraz da Nicolas’ı temsil ediyor.
EPİSOD 4 – İmkansız
Aşk: Terk edilme (#Konuşmacı 3)
Konuşmacı 3, bize bir şeyler anlatıyor. Kedisi Marilyn’i.
Kaybolmuş.
Kayıp mı olmuş,
gitmiş mi?
Peki giden sadece kedisi mi?
Dolan, bu konuşmacı ile imkansız
aşkın, terk edilme evresine odaklanıyor. Terk edilmeyi gururuna yediremeyen,
kabullenemeyen bir kadınla gösteriyor bize. Konuşmacı ekrana bir kez daha
geldiğinde, bitmiş ilişkisinden bahsediyor bize. Biraz kendini avutmaya
çalışırcasına. Kadının sesinden, bakışlarındaki hızlı kaçamaklardan, gözlerini
büyüterek konuşmasından ve sık sık “Nasıl olur bu” tadında tebessümlerinden ne
kadar acı çektiğini anlıyoruz. Aşık olduğu adamın özelliklerini saydıktan
sonra, “Artık yoktu.” repliği bir çok
şeyi özetliyor. Replikle birlikte kameranın ani yakınlaşması ve ani uzaklaşması
kadının psikolojisindeki iniş-çıkışların en büyük göstergesi. Dolan bunu çok iyi kullanıyor. Kamera
hareketleri ve çekim teknikleri ile duyguya girmemizi sağlıyor. Filmin
finalinde konuşmacı Marie ve Francis ile birlikte görülür. Terk edilmişliği
sembolize eden bu kadının, Francis ve Marie ile olması oldukça ironiktir.
EPİSOD 5 – İmkansız
Aşk: Unutamamak (#Konuşmacı 4)
Ekranda yeni beliren konuşmacı, yeni görüşmeye başladığı
flörtünden bahsediyor bize. Mutlu ve neşeli. Ancak neşesi eski sevgilisi ile
karşılaştığı ana gelince acımasızca mutsuzlaşıyor. Huzursuzca eski sevgilisini
anmasını, eski duygularını tekrar etmesini görüyoruz. Anlıyoruz ki, hayali
aşk’ın “unutamama” evresindeyiz.
Konuşmacı 4, yeni flörtünden aldığı yeni mektubu okuyor bize. “Sevgili Julien.” diye başlıyor mektup,
Julien mektubu sesli olarak okur. Pek anlam veremez, kafası karışmıştır.
Kafasını karıştıranın eski sevgilisi ile karşılaşmak olduğunu anlıyoruz. Julien
mektubu bitirdiğinde ekrana boş boş bakıyor, etrafına göz gezdiriyor. Bir
şeyler anlamaya, bir şeylere anlam yüklemeye çalışırcasına. Julien’in bu
bakışları, aşkın başıboş ve kafası karışık halini anlamak için oldukça
önemlidir. Dolan gerek bu
konuşmacıda, gerek diğer konuşmacılarda, yapabileceklerini doruk noktalara
çıkarmıştır. Julien bizimle çok az birlikte olur ancak jest ve mimiklerinden
çok iyi anlarız ne olduğunu, ne demek istediğini. Kaldı ki, anlatıcı kullanılan
durumlar her zaman daha az sevdirir kendini. Ancak Dolan’ın bu sahneleri bunun bir istisnası sayılabilir. Şaşalı
dekorlar ve efsanevi görüntülerden uzak, karşımızda oturan biri işte bu şekilde
bağlayabiliyor bizi kendine. Unutamama
evresi, Marie’nin Nicolas ile yolda karşılaştığı sahnede çok net
hissedilmektedir.
EPİSOD 6 – İmkansız
Aşk: Unutmak (#Konuşmacı 5)
Konuşmacı 5, ekranda en az kalan konuşmacı. Bize unuttuğu
eski sevgilisinden bahsediyor.
Unuttuğu mu, unutmaya mı çalıştığı mı?
Meçhul…
Konuşmasının ilk kısmında unutma evresindeki zorluklardan bahsediyor bize.
Neler yaşadığından, neler yaşandığından. Çok uzak değil anlattıkları bize.
Aslında biraz da Marie ve Francis’in terk edildikten sonraki aşaması. Dolan’ın bu konuşmacıya kısa bir bölüm
ayırması, unutmanın uzunluğuna yaptığı bir gönderme olarak düşünülebilir. Hızlıca. Çabukça. Anlatılan, unutulan.
Unutulmaya çalışılan. Konuşmacı
anlatıyor her ne kadar memnun olmasa da, unutmaktan memnunmuşçasına.
EPİSOD 7 – İmkansız
Aşk: Sebepsiz Sevgi (#Konuşmacı 6)
Konuşmacı 6,
kafede sevgilisini beklemesini paylaşıyor bizimle. Gelmediği her dakika akla
gelen başka bir endişeyi anlatıyor. Bu süreçte çok samimi ve çarpıcı bir
itirafta bulunuyor.
“Ben zayıf biriyim.
ve eğer birine çok fazla değer vermişsem
benim için o daima haklıdır.”
Aslında bu karakterin itirafı değil hepimizin itirafıdır.
Bize bizi anlatıyordur. Söylediklerinden ondan bu kadar etkileniriz. Dolan, sebepsiz sevgiyi anlatıyor bize
bu söyleminde.
Sebepsiz sevgiyi.
Sebepsiz aşkı.
En iyi dileklerimle,
Francis ve Marie’ye.
Taha Şahin
Temmuz, 2013.
(Düzenleme Temmuz, 2014.)
Ayrıca
bakabilirsiniz: