27 Ekim 2014 Pazartesi

#25 - Un Divan à New York


Bugün fanustan çıkan film “Un Divan à New York”, Türkçe çevirisiyle “New York’ta Bir Çılgın”. Fransız-Belçika ortak 1996 yapımı filmin yönetmeni Chantal Akerman, başrol oyuncuları ise Juliette Binoche ve William Hurt.

Hayatından sıkılan New Yorkta yaşayan bir psikanalizci Pariste yayınlanan bir gazeteye ev değiş-tokuş ilanı verir ve Beatrice ile evlerini değiştirirler. Çok farklı yaşam tarzları olduğundan dolayı yaşanan zorlukları anlatan bir romantik-komedi filmi, bugünkü filmimiz.


Juliette Binoche’u çok sevdiğimizden listemizde olan bu film, Binoche’un en iyi filmlerinden değil. Yağmurlu bir günde, sıcak battaniyenin altında vakit geçirmek için izlenebilecek bir film New York’ta Bir Çılgın. Tahmin etmesi pek zor olmayan senaryosuyla birlikte filmi izlenebilir kılacak tek şey Juliette Binoche.


Bu filmi neden izlemeli?
- Juliette Binoche
Taha'nın Puanı;
Umut'un Puanı;

26 Ekim 2014 Pazar

#24 - Arizona Dream


Bugün fanusumuzdan “Arizona Dream” çıktı. Yönetmenliğini Emir Kusturica’nın üstlendiği Arizona Rüyası’nın başrollerinde, Johnny Depp, Jerry Lewis, Faye Dunaway ve Lili Taylor gibi ünlü isimler bulunuyor.

Axel, ailesinin ölümünün ardından New York’a yerleşmiş ve bir balık firmasında çalışmaktadır. Arizona’da araba satıcısı olan amcası Leo evlenecektir ve Axel’ın düğüne katılmasını ve sonrasında işini devralıp Arizona’da yaşamasını istemektedir.


1991 yılında çekilmiş olan filmin gösterime girmesi Avrupada 1993’ü, Amerika’da ise 1994’ü buldu. Orijinal halinin 142 dakika olmasına rağmen, televizyon gösterimlerinde 119 dakika olarak kesilmiştir. Avrupa’daki başarılı kariyeri ardından Amerika topraklarında, Amerikanın usta oyuncularıyla çektiği Arizona Dream, Kustirica’ya 1993 Berlin’inde hem Altın Ayı hem de Jüri Özel Ödülü’nü getirdi. David Atkins’le birlikte yazdıkları öykünün merkezindeki Axel karakteriyle Johnny Depp’in bir kez daha yıldızlaştığını da ekleyelim.


Arizona Dream, benim en sevdiğim film.(-Taha) haliyle hakkında söylemek istediğim o kadar çok şey var ki, saatlerce konuşabilirim. Arizona Dream, Amerikan Rüyasını en iyi anlamamızı sağlayan filmlerden birisi. Direk olarak Amca Leo, Amerikan Rüyası’nı sembolize ediyor. Gerek mesleği, gerek evi gerekse kendinden oldukça genç ve güzel bir eşi olması Amerikan Rüyası’nın en belirgin özellikleri. Axel’ın ailesinin ölümünden sonra New York’a yerleşmesi, bu rüyadan çoktan uyandığının göstergesi. Film bir rüya sekansıyla başlıyor ve film boyunca bu durum birkaç defa tekrarlanıyor. Gerçek ile hayalin iç içe geçtiği filmin yapısı, Amca Leo’nun Axel’i Amerikan rüyasına tekrar davet etmesiyle çok güzel uyum sağlıyor. Axel’ın Elaine ve Grace ile tanışması ise filmin gidişatını değiştiriyor. Yükselen –tabiri caizse uçan- Amerikan Rüyası’nı hiç korkmadan ve hiçbir önlem almadan yükseldiği yerden düşüşünü izletiyor bize Kustirica. Filmin metni oldukça yoğun. Karakterler arasında geçen her diyaloglar harikulade. Filmin müzikleri Goran Bregoviç’e ait. Gypsy reggae ve In the death car bunların en ünlüleri.
Söyleyeceklerimi şimdilik bu kadar tutuyorum fakat en kısa zamanda kapsamlı bir Arizona Dream incelemesini sizlerle paylaşacağım.


Bu filmi neden izlemeli?
-Emir Kustirica’nın harikalar yarattığı bir film izlemek için.
-Oldukça başarılı oyuncu kadrosu için
-Amerikan Rüyası’nı korkusuzca yerden yere vurabildiği için.
-Goran Bregoviç’e ait müzikleri dinlemek için.
-BU FİLMİ İZLEYİN.


25 Ekim 2014 Cumartesi

#23 - Treasure Planet


Bugün fanusumuzdan çıkan film, Disney’in altta kalmış, pek bilinmeyen filmlerinden olan 2002 yapımı “Treasure Planet”, Türkçe adıyla “Define Gezegeni”. Animasyon filmin yönetmeni Ron Clements, seslendirenlerin içinde Joseph Gordon-Levitt, Emma Thompson gibi ünlü isimler bulunmaktadır. Film 1883’te Robert Louis Stevenson’ın yazdığı “Define Adası” romanından uyarlanmıştır. Tek farkı; hikaye bu sefer engin denizlerde değil uzayın derinliklerinde geçiyor.


Maceraperest genç Jim Hawkins’in define gezegeninin haritasını bulması, bunun üzerine onun için yola çıkmasıyla başından geçen olayları anlatıyor animasyon film.


Ne kadar çok sevsek de, Disney’in çıkardıktan sonra pişman olduğu filmlerden olduğunu düşünüyoruz Define Gezegenini. Çünkü her filmi çıktığında bas bas bağırıp, her çocuk/çocuk ruhlu izlemeden rahat etmeyen Disney, Define Gezegeni için pek de çaba göstermemiş. Güzel, eğlenceli, hoş zaman geçirtici evet, ama malesef Disney’in en iyi filmlerinden değil. Aslında bir deneme olarak da sayabiliriz Define Gezegenini, peri masallarından çıkması dışında Disney filmlerinde ya çok iyi vardır ya da çok kötü, yani Disney filmlerinde siyah ve beyazdan griye çok rol düşmez, bu filmde kimse ne siyah ne de beyaz, herkes gri. Ayrıca film zaman zaman Miyazaki animasyonlarını da anımsatmıyor değil.

Bu filmi neden izlemeli?
- Disney’in peri masallarından çıkıp farklı bir şeyler denemesini görmek için

Taha'nın Puanı;
Umut'un Puanı;





Günün Soundtrack'i: Mommy - Experience


Günün soundtracki Xavier Dolan'ın son filmi Mommy'den geliyor. Dolan, sinemasını müzik üzerine kuran bir yönetmen. Daha önceki röportajlarının birinde "Sahneye müzik seçmiyorum, müziğe sahne yazıyorum." şeklinde ifade etmişti kendi sinema ve müzik görüşünü. Bu Dolan sinemasını, daha klibimsi bir hale sokuyor ve daha etklileyici bir şekle getiriyor.;

Mommy'de de diğer filmlerindeki gibi soundtrack listesi oldukça uzun ve muhteşem.
Bugün sizlerle paylaştığımız Ludovico Einaudi - Experience'ın ise Mommy için özel bir anlamı var.
Xavier bu durumu şöyle açıklamış. "Experience şarkısını dinlediğimde Die'ın gerçekleşmeyecek hayallerini gördüm ve Mommy'yi yazmaya başladım. Mommy, Experience şarkısı etrafında gelişti."

Mutlu haftasonları dileriz.

Mommy - Experience 

23 Ekim 2014 Perşembe

#22 - Into the Wild


Bugünkü filmimiz 2007 yapımı “Into the Wild”, Türkçe adıyla “Özgürlük Yolu”. Film 1996 yılında yayınlanan aynı adlı, Christopher McCandles ya da onun kendine taktığı isimle Alexander Supertramp’ın maceralarını anlatan kurgu olmayan, biyografi özelliği taşıyan kitaptan uyarlanmıştır. Filmin yönetmeni Sean Penn, başrol oyuncusu ise Emile Hirsch’tir. Film 2 dalda Oscar adayı gösterilmiştir.



Okuduklarından etkilenen, ailesinden, toplumdan çok sıkılan Christopher’ın insanlardan ve paradan arınmış, doğayla iç içe bir hayat için Alaska’ya doğru olan yolculukta karşılaştıklarını anlatıyor film.
Film ne kadar afişinden zaman geçirtecek sadece eğlenceli popüler kültür filmi gibi olsa da, gerek hikaye gerek anlatış bakımından zaman kaybı olmayacak, ilham verecek bir film. Filmi izleyen hemen herkes “Abi ne kadar boş yaşıyoruz, doğaya gidelim, sınırları aşalım.” moduna giriyor. Çok fazla oyuncu olmaması nedeniyle iyi oyunculuk ön plana çıkıyor.  Ayrıca başroldeki Emile Hirsch bu filmin bir kısmı için gerçekten inanılmaz bir şekilde kilo vermiş.  

Christopher’ın Alaska’da sığındığı Magic Bus 142 hala aynı yerinde durmaktadır ve müze olarak ziyaretçilere açıktır.


Bu da gerçek Christopher'ın magic busla olan fotoğrafı;



Bu filmi neden izlemeli?
- Biz ne kadar toplumdan, teknolojiden kopamasakda, yapabilen bir insanın yaşadıklarını görmek için
- Sean Penn'in yönetmenlik deneyimine tanık olmak için

Taha'nın Puanı;
Umut'un Puanı;



19 Ekim 2014 Pazar

Film Fanusu filmekimi'nde


Merhabalar,
Çok film izleme imkanımız olmasa da izleyebildiğimiz birkaç filmle birlikte sizlere Film Ekimi deneyimlerimizi anlatmak istiyoruz.
Film Ekimi, diğer festivallere nazaran daha az film getiren bir festival ve süresi de diğerlerinden daha kısa. Durgun yaz sezonunun ardından gerçekleşen bu festivalcik’e gösterilen ilgi de hayli büyük. Filmlere bilet bulmak oldukça zor. Bu durum İKSV’nin düzenlediği bir çok etkinlikte böyle. “Lalekart” sahipleri ön alım hakkından dolayı, bilet satışı başlamadan önce biletleri tabiri caizse sömürüyor.
Bu yıl Film Ekimi’nde özellike Cannes filmleri çok ön plandaydı. Bir çok filme gitmek istiyorduk fakat hiçbirine bilet bulamadık.  İnsanları Seyreden Güvercin, Mommy ve Jersey Boys izledik Film Ekimi’nde, bu yıl festivalin gözdesi ve biletleri daha satışa sunulmadan biten ve yarım saat içerisinde iki ek seans koyulan Boyhood’u ise geçen yıl !f’te seyretme imkanı bulmuştuk.

Filmlerle ilgili söyleceklerimize geçmeden önce festivaldeki birkaç aksaklıktan bahsetmek istiyoruz.
Atlas Sineması’nda, İnsanları Seyreden Güvercin gösterimi başlamadan önce yanlış film başladı.
Rexx’de Mommy gösterimi 16.00 olmasına rağmen 15 dakika geç başladı ve saat 16.00’dan sonra salona giriş yapılmaması gerekmesine rağmen hala giriş yapılıyordu.
ve yine Atlas Sineması’nda Jersey Boys gösterimi sırasında filmin ilk yarım saatinde alt yazı gitti (ve alt yazı fıstık yeşiliydi). Yaklaşık on dakika alt yazı gelmedi ve sonra film de kesildi on beş dakika kadar sorunun düzeltilmesini bekledik.


            İnsanları Seyreden Güvercin
Adından da kolaylıkla anlaşılacağı gibi buram buram festival kokan bir film İnsanları Seyreden Güvercin. Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülünü kazanan “İnsanları Seyreden Güvercin”, hemen o ödülü geri göndermeli. Ve sizde bu filmi izleyeceğinize eminönü’ne gidip güvercinleri izlemelisiniz. Şaka yapmıyoruz.
Festival filmleri her zaman, popüler kültür ve gişe sineması filmlerine kıyasla daha durağan ve dişe dokunur alt metni olan filmler olmuştur. Gereğinden fazla abartılan, para kazanmayı amaçlayan, gişe rekorları kırmayı hedeflemeyen filmler değildir festival filmleri. İnsanları Seyreden Güvercin de tam anlamıyla bir festival filmi demeyi canı gönülden isterdim. Fakat hiçbir şey üzerine yapılmış bir video işini film olarak adlandırmak bile ne kadar doğru olur emin değilim.
Sinema otoriteleri tarafından, bir çok festival filmi gibi “insanın modern toplum içerisinde çektiği sorunları başarılı bir şekilde anlatıyor.” şeklinde bir film okuması yapılacak ama söylemek isterim ki insanın çektiği modernite sorunları bu kadar başarısız bir şekilde anlatılamaz. Çünkü film anlatamıyor. Bir şey anlatmıyor.
En durgun, en durağan filmde bile alt metin bir olay veyahut konu üzerinden anlatılır, İnsanları Seyreden Güvercin’de ise bu ne bir konuyla ne de bir olayla anlatılmış. 
Bu film ne bağımsız sinema ne de deneysel sinema ürünü.
Uzun lafın kısası, filmi baya sevmedik. Baya sıkıldık. Keşke yönetmeniyle tanışma imkanım olsa da kinimi ona kusabilsem.
BU FİLMİ İZLEMEYİN.




                        Mommy
Bu yılın bizim için en heyecan verici filmi, uzun zamandır beklediğimiz Xavier Dolan’ın beşinci uzun metraj filmi Mommy’di. Mommy bu yıl Cannes’da jüri özel ödülü kazandı.
Xavier Dolan sineması çok sevdiğimiz bir alan.  O yüzden Mommy hakkında söyleyeceklerimizi burada birkaç paragrafa sığdırmak istemiyoruz. Film elimize geçtiğinde detaylı bir “Mommy” incelemesi ile karşınızda olacağız.
Ama şunu söyleyelim ki, kusursuzdu.


            Jersey Boys
Filmekimi kapanış filmimiz de Jersey Boys’du.  Frankie Valli and Four Seasons’ın hikayesini anlatan Broadway müzikalinden sinemaya uyarlanan filmin yönetmeni Clint Eastwood, başrollerimiz ise Johnny Cannizzaro, Erich Bergen, Vincent Piazza, John Lloyd Young ve Christopher Walken’dan oluşuyor.

Film bize Frankie Valli ve grubunun Jersey sokaklarından Hall of Fame’e nasıl yükseldiklerini, yükselirken nasıl zorluklar yaşadıklarını anlatıyor.

Eğer müzikal sevmeyen bir insansanız  hikayesi sizi yine de sarabilir, müzikal seviyorsanız filmi zaten seversiniz. Zaman zaman kendinizi esprilere kahkaha atarken, kimi zaman ise gözleriniz dolarken yakalayabilirsiniz.

Notumsu: Frankie’yi oynayan John Lloyd Young’ın Atilla Taş’a olan benzerliği film çıkışında herkesin dilindeydi. 



16 Ekim 2014 Perşembe

Film Fanusu, Beyaz Perde #2: Magic in the Moonlight


Bugün Woody Allen’ın yeni filmi “Magic in Moonlight”ı seyrettik. Filmin başrollerini Emma Stone ve Colin Firth paylaşıyor.



Film ünlü bir ilizyonistin, kendisini medyum olarak tanıtan bir kadının hilelerini çözüp maskesini düşürmeye çalışmasını, çalışırken yaşadıklarını anlatıyor.


Woody Allen, sinemaya başladığı 1965 yılından beri her yıl en az ya bir film çekmiş ya da bir filmde rol almış. Çektiği bütün filmlerinin senaryosunu kendisi yazmış, dolayısıyla insan sormadan geçemiyor. Bu üretkenlik ne zaman bitecek? Belki de bu sorunun cevabını yeni filmi verir.Magic in Moonlight, senaryo olarak oldukça sıradan. Allen’ın bir önceki filmi Blue Jasmine’in yanına bile yaklaşamayacak derecede vasat. Filmi güzel kılan tek şey müzikleri, mekanlar ve biraz da Emma Stone. Avrupa Üçlemesi (Vicky Cristina Barcelona, Midnight in Paris, To Rome with Love) ve Blue Jasmine’den sonra Magic in Moonlight, Allen’ın filmografisinde iyi bir hamle değil. Kendi çıtasını gitgide yükseltirken Magic in Moonlight bu çıtayı oldukça geriye çekmiş. Bir sonraki filmiyle bakalım bu durumu kotarabilecek mi? Bunun için de çok beklemeyiz elbet, 2015 yılındaki yeni filminde yine Emma Stone’u oynatacağını çoktan açıkladı. Bekleyelim görelim

14 Ekim 2014 Salı

#21 - Blue Jasmine


Bugün fanusumuzdan Woody Allen’ın yönetmenliğini üstlendiği “Blue Jasmine” çıktı. “Mavi Yasemin” 2014 Akademi ödüllerinde 3 dalda aday olup, En İyi Kadın Oyuncu ödülünü almış. Bunun harici çeşitli festival ve yarışmalardan 45’den fazla ödül almıştır. Filmin başrollerinde Cate Blanchett, Alec Baldwin ve Sally Hawkins bulunuyor.


Dışardan bakınca lüks ve şaşaa içerisinde imrenilesi bir hayat süren Jasmine’in ilişkisinin aslında hiç de dışarıdan bakıldığı kadar imrenilesi olmadığını anlatıyor film. Film Woody Allen’ın tarzına oldukça uygun, klasik bir Woody Allen filmi.


Allen bu filmi ile bir çok dalda aday olduğunda, kızı tarafından tacizle suçlanmıştı. Kızı internet üzerinden yayınladığı mektupta, Woody Allen’ın bir sapık olduğunu ve hiçbir ödülü hak etmediğini dile getirmişti. Belki doğru belki sadece gündeme gelmek için yapılmış basit bir hamle bilemeyiz fakat, Woody Allen’ın, özellikle Blue Jasmine’in aldığı tüm ödülleri hak ettiği ortada. Cate Blanchett’in oyunculuğu parmak ısırtıcı düzeyde iyi. -Filmde Jasmine, zaman zaman nefes alamamakta, kriz geçirmekte, bu sahnelerde Blanchett o kadar başarılı ki, sanki nefes alamayan Jasmine değil de sizsiniz gibi o hissi yakalamayı başarıyor.- Soundtrack muhteşem, oyunculuklar muhteşem, senaryo çok güzel. Haliyle ortaya güzel bir yapım çıkmış.

Bu filmi neden izlemeli?
-Cate Blanchett’in muhteşem performansı için.

Taha'nın Puanı;
Umut'un Puanı;

13 Ekim 2014 Pazartesi

Fanus Dışı #5: Mamma Mia!


Mamma Mia! Abba'nın hitlerinden oluşan Catherine Johnson tarafından yazılmış nefis bir müzikal. Mamma Mia, dünyanın en çok tanınan müzikali olup, en uzun süre oynayan müzikaller listesinde 9. sırada yer alır. Ayrıca en çok hasılat yapan müzikal olarak bilinir. İlk olarak 1999da sahne almış olan müzikal günümüzde başta Broadway ve Londra olmak üzere dünyanın birçok yerinde hala sahne almaktadır.


Tarihçesini bir kenara bırakırsak, bugünkü fanus dışı filmimiz, 2008 yapımı Phyllida Lloyd versiyonu. Filmin dev kadrosunda Meryl Streep, Amanda Seyfried, Pierce Brosnan, Colin Firth, Stellan Skarsgard, Dominic Cooper, Julie Walters ve Christine Baranski bulunuyor.


Sophie küçüklüğünden beri hep babasını tanımak istemiş ama annesi bunu bir şekilde sürekli geçiştirmiş ve bir yerden sonra Sophie pes etmiştir, ama bir gün annesinin eski günlüğünü bulmasıyla olası üç babasının olduğunu öğrenir ve hangisi babası olduğunu öğrenmek için üçünü de düğününe çağırır.


Pembeler, maviler, mükemmel deniz, harika bir Yunan adası, sevimli bir otel, pembeler, maviler... Film tamamen görsel ve işitsel bir şölen. En harika Abba şarkıları, en sevdiğimiz oyuncular tarafından seslendiriliyor. Müzikal sevmeyen insanlara bile kendini sevdirebilecek bir film.


Normalde şarkılar üzerinden yazılan müzikaller güzel olmaz ama bu tamamen istisna, sanki şarkılar hikaye için özel yazılmış gibi. Abba'nın çok büyük hayranı olmamıza rağmen itiraf ediyoruz ki, bazı şarkıların Mamma Mia! versiyonları çok çok daha iyi.


Filmin içeriğinde bulunmayan iki ekstra şarkıyı da soundtrack albümünde bulabilirsiniz, bunlardan birisi, bizim için zaten filmin en sonunda ufak bir şov tadında çekilmiş olan, Abba'nın eurovision starı olan şarkısı "Waterloo", diğeri ise "The Name of the Game".


Ekstra olarak da, tiyatronun afişi;



#20 - The Hours


Bugün fanusumuzdan efsanevi oyuncu kadrosuyla dikkat çeken “The Hours” çıktı. “Saatler” Michael Cunningham’ın aynı adlı romanından uyarlanmış, 2002 yapımı bir film. Filmin yönetmenliğini Stephen Daldry üstlenirken başrollerinde ise Nicole Kidman, Julianne Moore ve Meryl Streep gibi üç dev kadın oyuncu bulunuyor. 


Filmin senaryosu Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway kitabına dayananıyor. 


Yıl 1923, Virginia Woolf yatağından kalktıp eşi ile biraz konuştuktan sonra odasına çekiliyor. Yetenekleri ve imkânları kısıtlı bir halde kitabının ilk cümlesini düşünüyor. Biraz duraksadıktan sonra: "Mrs. Dalloway çiçekleri kendisinin alacağını söyledi."


Yıl 1951, Laura Brown gözlerini açıyor, yatağın içinde biraz durduktan sonra doğrulup kitabına uzanıyor. Kitabın kapağını açıyor ve ilk cümleden okumaya başlıyor. "Mrs. Dalloway çiçekleri kendisinin alacağını söyledi."


Yıl 2001, Clarissa Vaughan yatağından kalkıp yüzünü yıkamaya gidiyor, biraz duraksadıktan sonra: "Sally, sanırım çiçekleri kendim alacağım."

Üç farklı dönemi, birbiri içerisine geçirmeyi çok iyi başarıyor film. Bir yazar, bir okuyucu ve bir karakter üzerinden inanılmaz şekilde sağlam bir iskele kuruyor. Nicole Kidman’ın makyajı ve davranışları, Virginia Woolf’a öylesine uygun ki Nicole Kidman bu rolüyle En iyi Kadın Oyuncu Oscar Ödülü kazanmıştır. Farklı dönemlerde yaşamalarına rağmen karakterler o kadar aynıdır ki bu büyük benzerlikleri gözden kaçmamakta. 



Film düşük bütçesine rağmen oldukça büyük beğeniyle karşılanmıştır ve bir çok ödül almıştır. Film En iyi Sinema Filmi Altın Küre ödülünü de almıştır.

Bu filmi neden izlemeli?
- Üç mükemmel kadın oyuncu için
- Virginia Woolf'a ithaf edilmiş, hem Mrs. Dalloway kitabından hem hayatından bir şeyler öğrenebildiğimiz bir film olduğu için

Taha'nın Puanı;
Umut'un Puanı;

12 Ekim 2014 Pazar

#19 - Chocolat


Bugün fanusumuzdan çıkan film "Chocalat", Türkçe adıyla "Çikolata" oldu. 2000 yapımı filmin yönetmen koltuğunda Lasse Hallström otururken, başrollerini Juliette Binoche, Judi Dench, Alfred Molina ve Johnny Depp üstleniyor. Joanne Harris'in aynı isimli kitabından uyarlanan film, 5 dalda Oscar'a aday gösterilmiş,


Film, bir anne ve küçük kızının, dar görüşlü, kesin dogmaları olan küçük bir kasabaya yerleşip bir çikolata dükkanı açması ve kasaba halkının hayatlarını bir şekilde etkilemesini konu alıyor.


Ünlü soundtrack albümü, tatlı anne-kız ilişkisi, çikolatacımızın herkese gülümseyen o tatlı yüzü, tamamiyle samimi ve tatlı bir film. Filmi izlemeden önce çikolata stoğu yapmanızı önerebiliriz, çünkü o kadar göz alıcı gözüküyorlar ki, zaman zaman burnunuza çikolata kokusu gelebilir, bizim bir kaç kere çikolata krizine girmemize sebep oldu.

Filmin en sonunda kırmızı balona verilen selam da çok hoştu.

Bu filmi neden izlemeli?
- Juliette Binoche için
- Benzersiz bir çikolata görselliği için

Taha'nın Puanı;
Umut'un Puanı;