29 Ağustos 2014 Cuma

Fanus Dışı #2: Agora Film İncelemesi

Merhaba,
Alejandro Amenabar'ın 2009 yapımı "Agora" filmi, Genel Kamu Hukuku dersi kapsamında sınav sorumuzdu. Filmi din ve vicdan özgürlüğü, inanç ve ibadet özgürlüğü ve düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında anayasal olarak incelememiz istendi.
Yapmış olduğum incelemeyi sizlerle de paylaşmak istiyorum.

         
            İnsanlık var olduğu ilk andan itibaren çeşitli nedenlerle birbirleri ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu nedenler kimi zaman toprak, ülke sınırları, para gibi somut kavramlar olurken, kimi zaman da inanç düşünce, din gibi soyut kavramlar olmuştur. Bu bağlamda 2009 yapımı “Agora” filmini; din ve vicdan özgürlüğü, inanç ve ibadet özgürlüğü, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında anayasal bağlamda ele almaya çalışacağım.

            Vicdan ve inanç özgürlüğü, insanın tanrı ve dinler konusunda dilediği tercihi yapabilmesi; siyasal otoriteler ya da kamu makamlarınca, yasalar ya da herhangi başka bir araçla baskıya uğramaksızın bir dine inanma ya da inanmama özgürlüğüdür. İnanç alanı, din özgürlüğünün özünü oluşturur. İnanç özgürlüğü, hiçbir tanrısal ya da dinsel inanca sahip olmama, bundan ötürü kınanmama veya ayrıma tabi tutulmama güvencesini içine alır. Kimse bu konularda kanaatini açıklamaya zorlanamaz.
            Günümüz laik devletlerinde bile, azınlık dinlerini ihmal ederek çoğunluk dinini ayrıcalıklı hale getirme eğilimi vardır. İnanç ve vicdan özgürlüğünün belli bir düzenleme ve sınırlamaya tabi kılınmayıp sadece güvenceye alınması yeterlidir. Buna karşılık, ibadet özgürlüğünün hukuksal rejimi, sınırlama ve güvence ögeleriyle belirlenir. Vicdan ve inanç özgürlüğünün doğal uzantısı olan ibadet özgürlüğü, kamu düzeninin bozulması ve kötüye kullanılmasının önüne geçilmesi amacıyla düzenlenir.  Birey tek başına veya toplu olarak özel ya da kamusal yaşamda ibadet ve ayinlerle inancı doğrultusunda yaşam tarzını belirleme serbestliğine sahiptir. İbadet özgürlüğü, kendi inancı olsa bile kimsenin ibadete, ayine ve dinsel törene katılmaya zorlanamaz.


            İskenderiye’de geçen film Paganizm, Hristiyanlık ve Yahudilik çatışmalarını ele almaktadır. Filmin açılış epiloğunda, Hristiyanlık için “yasaklanmasına rağmen engellenemeyen” ifadesi kullanılmaktadır. Bu da İskenderiye’de siyasi veya kamu otoriteleri tarafından dinsel bir baskı olduğunun örneğidir. Filmin ilk sahnelerine Hristiyan birinin, Pagan birini ateşe atması yine din ve vicdan hürriyetine aykırı bir davranıştır. 


Hemen peşindeki kütüphane sahnesinde Theon karakterinin elindeki haç ile kölelerin dinlerini sorgulaması ve cezalandırması, din hürriyetinin özüne aykırıdır. Paganların, şehirdeki Hristiyanlara saldırması ve peşine Hristiyanların, Paganlara saldırması da yine inanç özgürlüğünü zedeler. Ayrıca Paganlar için kutsal sayılan ve ibadet yerleri olan kütüphanenin yıkılması, ibadet özgürlüğünü engelleyici bir davranıştır.
Kütüphanenin yıkım sahnesinde, kamera ters çekim yaparak yapmasının sebebi, yapılanın aykırılığını ön plana çıkartmak ve bu çok başarılı bir şekilde yapılmış

 Cyril’in kutsal kitaptan alıntı yaparak Hypatia’yı suçlaması üzerine, diz çökülmesini istemesi dinsel bir ayin olarak kabul edilebilir ve diz çökmediği için bundan kimseyi sorumlu tutamaz. Fakat filmde, Orestes diz çökmediği için tepki görmekte ve halk tarafından taşlanmaktadır.


 Vicdan, din ve inanç özgürlüğünün en büyük ihlali ise inanmadığı gerekçesiyle Hypatia’nın öldürülmesidir. Bir kişinin din ve inanç farklılığı yüzünden farklı bir muamele görmesi kabul edilmemesi gereken bir durumken, kişinin bu sebepten ötürü öldürülmesi düşünülemez bile.

            Düşünce özgürlüğü; ilk bakışta hukuk düzleminde kendini göstermez çünkü düşünce, kişinin içsel yaşamının en gizli alanından kaynaklanır. Hukuk ise amacı gereği sadece dışa vurulmuş kavramlarla ilgilenir. Aslında hukuk düşünce ve kanaat özgürlüğünü ilan etmeye gerek duymaz çünkü ne düzenlenebilir ne de sınırlandırılabilir.
            Düşünce özgürlüğü, insan için kişisel ve toplumsal yaşamın gerektirdiği bütün sorunlara vermek istediği yanıtları kendi kendine seçme ve hazırlama,gerçek addettiği fikir ve kanaatleri başkalarına iletme olanağıdır.
            Düşünce özgürlüğü, bir başka tanımla insanın serbestçe bilgilere ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları başkalarıyla birlikte serbestçe açıklayabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir.
            Hangi alan olursa olsun, bireyin kendi doğrusunu tercih etme özgürlüğü, ahlak ve din karşısında insan davranışını konu aldığı vicdan özgürlüğü adını alır. Kanaat özgürlüğünün din alanında dışa vurumu ibadet özgürlüğünün kullanılmasıdır.
            1982 Anayasası’na göre “Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.”
            İHAS’a göre “Her şahıs düşünme, vicdan ve din hürriyetine sahiptir.”
            Filmde Paganların ve Hristiyanların birbirlerinin ibadet özgürlüklerini engellemesi, düşünce özgürlüğüne aykırıdır. Hristiyanların, Pagan kütüphanesini yıkıp tüm eserleri yok etmesi yine düşünce hürriyetine aykırıdır. 


Hypatia’nın bir dine inanmaması, bunu hayat felsefesine yansıtması ve insanlarla paylaşması, Cyril tarafından “cadılık” olarak adlandırılmakta ve bununla suçlanmaktadır. Bu da düşünce ve kanaat özgürlüğünün özüne aykırıdır. Yine Hypatia’nın bu sebeple öldürülmesi hakkın özüne aykırıdır ve kabul edilemez.
TAHA ŞAHİN 




28 Ağustos 2014 Perşembe

#11 - Moonrise Kingdom



Fanusumuzdan bugün, “Moonrise Kingdom” çıktı. 2012, Wes Anderson’ın yönetmenliğini üstelendiği “Yükselen Ay Krallığı”nın başrollerini bir çok oyuncu paylaşıyor, Bruce Willis, Edwart Norton, Bill Murray, Tilda Swinton, Frances McDormand gibi ünlü isimler bulunuyor.  

1965 yılında geçen film, yaşadığı kasabadan kaçan ve sonrasında birbirine aşık olan iki çocuğun hikayesi anlatılmaktadır.


Film hakkında bir şeyler söylemeden önce biraz Anderson’dan bahsedelim. Wes Anderson sinemada tam anlamıyla kendi tarzını yaratmış bir isim. Simetri takıntısıyla ve soundtrack bağımlılığıyla filmlerini bir pasta şefi özeniyle süslemekte adeta. “Wes Anderson filmlerini nasıl tanımlarsınız?” diye sorsanız, vereceğimiz cevap şüphesiz “karamelli kek kıvamında” olur. Karamelli kek gibi, kendine özgü tadı olan ve yumuşacık, diğerlerinden farklı. 



Anderson sinemasını, "Wes Anderson Masalları" olarak nitelemek de oldukça yerinde olsa gerek.  Anderson’ın filmleri o kadar mükemmel kurgulanmış ki, deniz üzerinde hiç durmadan seken taşa benziyor. Tık-tık-tık-tık ve tık. Bu film de Anderson tarzına uygun ve festivallerden övgü ve ödüllerle dönmüş bir film. Filmin o kadar sade bir güzelliği var ki, ufak bir görsel kaçırmamak için göz kırpmaktan çekiniyosunuz. Yumuşak renkleri, arka plandaki yumuşak müzikleriyle tamamen görsel ve işitsel bir şölen.

Bu filmi neden izlemeli?
-Wes Anderson tarzına ait iyi bir film olduğu için.
-Görselliğin müzikle dansını izlemek için.
-Dolu dolu oyuncu kadrosu için. 

Wes Anderson'ın "karamelli kek" tadındaki sinemasında simetriyi anlatmak için yapılmış bu derlemeyi de sizlerle paylaşıyoruz.
Wes Anderson - Centered

Taha'nın Puanı; 
 Umut'un Puanı;


Günün Soundtrack'i: Holy Motors - Come With Me Now

Leos Carax'ın başyapıtı Holy Motors'dan Come With Me Now sizler için geliyor.



26 Ağustos 2014 Salı

24 Ağustos 2014 Pazar

#10 - The Fifth Element



Fanusumuzdan bugün “The Fifth Element” çıktı, 1997 yapımı “Beşinci Element”in yönetmeni, son zamanlarda vizyondaki “Lucy” ile adını tekrar gündeme getiren Luc Besson. Filmin başrollerinde ise Bruce Willis, Milla Jovovich ve Gary Oldman bulunuyor. Film 80 milyon dolarlık maliyetiyle, bugüne kadarki en pahalı Fransız filmi olma özelliğini taşımaktadır. Ayrıca 1998 Akademi Ödüllerinde, En İyi Efekt dalında aday olmuştur.



Film New York’ta geçiyor, yıl 2214, Dünya yok olmak üzere, karanlık güçlere sahip bilinmeyen bir gezegen hızlı bir şekilde Dünya’ya yaklaşıyor, tek umudumuz doğada bulunan 4 element ve mükemmel özelliklere sahip 5. Element, eşsiz insan. Taşlar ve 5. Element Dünya’ya ulaşırken zorluk yaşar, onu ele geçirmek isteyen başka kişiler de var. Güvenli bir şekilde yerine ulaştırmak için eskiden asker olan, şimdi taksi şöförlüğü yapan Korben Dallas’a ihtiyaç var.

Film aksiyon dolu, sıkılmaya çalışsanız dahi sıkılamazsınız, Bruce Willis, Milla Jovovich ve filmin kötü adamı Gary Oldman’ın mükemmel oyunculukları filme daha da bağlıyor. Buna çok değinmek isterim, Mevlana demiş ki “Beşinci element sevgidir.”, acaba filmde de beşinci element sevgiden başka bir şey değil mi?



Filmde sürekli “mükemmel”,  “kusursuz”, “insan üstü” terimleri geçiyor ki bunlara sanırım Milla Jovovich’in bütün filmlerinden alışığız. Aksiyon dolu dövüşlü, insan üstü, mükemmellik düşünülünce bu filmden sonra bütün yönetmenlerin aklına Milla gelmiş ki, “Resident Evil”, “Ultraviolet” gibi filmlerde de Milla çok benzer roller oynamış. 


Bu filmi neden izlemeli?
- Luc Besson’ın bir başyapıtı olduğu için
- Bilim-kurgu sinemasında çok önemli bir örnek olduğu için
- Harika oyuncu kadrosu için

Taha'nın Puanı;
Umut'un Puanı;

Günün Soundtrack'i: Ayşecik - Hayat Sevince Güzel


Sıradaki parça, hayata, sıcağa, yaza, denize girenlere, evde oturanlara, sınavlara çalışmayanlara, yeni uyanmışlara, hala uyuyanlara, sevenlere, sevilenlere, hayatı sevenlere gelsin.

Ayşecik - Hayat Sevince Güzel

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Günün Soundtrack'i: Kaybedenler Kulübü - Ballad of a Rock'n'Roll Loser


Geniş soundtrack lisesiyle dikkat çeken Kaybedenler Kulübünden bir soundtrack sizler için geliyor. 


#9 - Kaybedenler Kulübü



Fanusumuzdan bugün “Kaybedenler Kulübü” çıktı. 2010 yapımı filmin yönetmenliğini Tolga Örnek üstlenirken, başrollerinde ise Yiğit Özşener ve Nejat İşler bulunuyor. Ayrıca Ahu Türkpençe, İdil Fırat ve Serra Yılmaz da filmde rol almakta.


Kaybedenler Kulubü, 1996-2001 yıllarında Kent FM’de yapılmakta olan aynı adlı radyo programından uyarlanarak çekilmiş bir film. Film gösterime girmesiyle birlikte gerek oyuncu kadrosunun popülerliği gerekse buram buram seks içermesiyle birlikte büyük bir izleyici kitlesine ulaştı. Öyle ki, “Naber?” sorusuna “Standart.” cevabı vermeyen insan kalmamıştı sokakta. “Kim lan bu Erol Egemen?” diye bağıra bağıra etrafta dolaşanları saymıyorum bile.

Film her ne kadar ayağa düşmüş ve bunaltıcı derecede ortam malı olduysa da, Türk sinemasına getirdiği birkaç çok güzel şey var şüphesiz. Siyah beyazdan renkli görüntülere geçişleri, ekranı birden fazla bölmesi, karakterlerden birine alt yazı ekleyerek altyazı ile konuşmanın farklı olması, müzikleri ile kendi tarzını oluşturmuş bir film.


Eklemek isteriz ki, filmde oldukça “cool” takılan Mete ve Kaan’ın bu filmden sonra tekrar radyo yayınına başlamaları, pek de “cool” bir davranış değil doğrusu. Elbette ki bunu eleştirmek, yargılamak veya yorumlamak bize düşmez.


Bu filmi neden izlemeli?
- Başarıılı görüntü geçişleri için
- Soundtrack listesinin güzelliği için  

Taha'nın Puanı;
Umut'un Puanı;

22 Ağustos 2014 Cuma

Fanus Dışı #1: Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı



2007 yapımı Zümrüdüanka Yoldaşlığı, Harry Potter serisinin 5. filmi. Filmin yönetmeni David Yates. Yates, Harry Potter'a bu filmle dahil oldu ve serinin sonuna kadar devam etti. 

Haydi hep birlikte Dumbledore'un Ordusu'nu kuralım!
Sihirli seyirler!

#8 - Copie Conforme


Fanusumuzdan bugün Abbas Kiarostami’nin “Copie Conforme”si çıktı. Türkçe adıyla, “Aslı Gibidir.” 2010 yapımı, Aslı Gibidir’in başrollerinde Juliette Binoche, William Shimell bulunuyor. Binoche bu filmde Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın oyuncu ödülünü kazandı.


Film, İngiliz bir yazarın kitap tanıtımı için İtalya’ya gelmesinin ardından kitap söyleşisinde Fransız bir kadınla tanışmasını ve geçirdikleri günü konu alıyor.

Kiarostami, bu filminde orijinal-kopya konusunu ele almış. Filmde İngiliz yazarın kitabı da bu yönde, kitabın adı “Aslı Gibidir.” ve kitabın arkasında şu yazılı “Orijinali bırakın, iyi bir kopya alın.” Kiarostami bu taklit- orijinal karşıtlığını o kadar başarılı bir şekilde kurgulamış ki; bunu filmin temeline çok başarılı bir şekilde oturtmayı başarmış. Filmde Elle ile James arasındaki ilişkinin gerçek bir evlilik mi yoksa çok başarılı bir kopya mı olduğunu ne film boyunca ne de filmden sonra anlayabiliyoruz. Çok iyi anlayabildiğimiz, bildiğimiz tek şey ise aralarındaki ilişkinin bir evliliğin “aslı gibi” olduğu.




Filmde, sanat eseri- sanatçı diyaloglarının geçtiği bir bölüm var. Bu sahnede James “Herhangi bir nesneyi alıp galeriye koyuyor, sonra insanların ona bakışı değişiyor.” şeklinde günümüz sanat algısını net bir şekilde yerden yere vuruyor.

Bu filmi neden izlemeli?
- “Orijinal – taklit” karşıtlığına bambaşka bir bakış açısından bakabilmek için.
- Kiarostami’nin Farsça çekmediği ilk filmi görmek için.
- Juliette Binoche’un ödüllü performansına tanık olmak için.

Taha'nın Puanı;
Umut'un Puanı;

Günün Soundtrack'i: Trainspotting - Lust For Life


Irwıne Welsh'in aynı adlı kitabından uyarlanan, Trainspotting Danny Boyle'un 1994 yapımı filmi.
Geniş soundtrack listesiyle dikkat çeken filmin başrolünde Rent Boy rolünde Ewan McGregor oynuyor.
Film "kült" filmler arasında yer almayı çoktan başardı.

Gününüzün temposunu arttıracak, Iggy Pop'un söylediği Lust For Life sizler için geliyor.

Trainspotting - Lust For Life

21 Ağustos 2014 Perşembe

#7 - Funny Face



Fanusumunuzun bugünkü filmi, neşe dolu “Funny Face”. 1957 yapımı film Türkçe’ye “Şahane Macera” adıyla çevirilmiş. Çeviren kişi sular seller gibi İngilizce biliyor olsa gerek.(!)  “Funny Face” başrollerinde Audrey Hepburn ve Fred Astaire’in bulunduğu bir Stanley Donen filmi. Stanley Donen, Singin’ in the Rain, Charade gibi ünlü kült filmlerin de yönetmeni.


Filmde Hepburn, kitapçıda çalışan, sevimli bir entellektüeli canlandırıyor, Astaire ise moda dergisi için fotoğrafçılık yapan bir fotoğrafçıyı. Astaire, bir çekim sırasında Hepburn’ü keşfeder ve “Şahane Macera” başlar.

Herhangi bir Hollywood filminde görebileceğimiz bu senaryoyu diğerlerinden farklı kılan şey ise elbette Stanley Donen ve Audrey Hepburn. Her hangi bir Audrey Hepburn filminde, Audrey’nin sadece ekranda durması izleyiciyi neşelendirmek için fazlasıyla yeterli. Audrey’yi ekranda durduracak isim de Stanley Donen olunca ortaya başarılı bir yapım çıkmış doğrusu. Fakat söylenmesi gereken birkaç acı gerçek de bulunuyor tabi. Filmde dans ve müzik sahneleri gereğinden fazla uzatılmış. Birkaç sahnede bu çok göze batıyor. Onun haricinde film neşeli bir Hollywood filmi.



Audrey Hepburn ile ilgili söylemek istediğimiz bir şey daha; Audrey’nin oynadığı karakter(ler) o kadar kendisi gibi ki; acaba çok iyi rol yapıyor da canlandırdığı karakterlerle bir bütün mü oluyor yoksa sadece kendi karakterine uygun roller seçiyor da kendisi gibi mi davranıyor düşündürücü.

Bu filmi neden izlemeli?
-Klasik Hollywood sineması ve müzikal filmlerin başarılı bir örneği olduğu için.
-Bir Stanley Donen filmi olduğu için.
-Hepimizin içindeki paris sevgisinin vucüt bulmuş şeklini Audrey Hepburn’den izlemek için.

Taha'nın Puanı;
Umut'un Puanı;

Günün Soundtrack'i: Sweeney Todd - By the Sea


Tatlı mı tatlı Helena Bonham Carter'dan tatlı mı tatlı bir şarkı. 


20 Ağustos 2014 Çarşamba

Günün Soundtrack'i: Shameless - Survive


Shameless'dan "Survive" ile gecenize neşe katmaya geldik.

#6 - The Breakfast Club

 

Bugün fanusumuzdan çıkan film 1985 yapımı “The Breakfast Club”, Türkçe çevirisiyle “Kahvaltı Kulübü.” Zaten populer olan film, 2010 yılında “Easy A” ve 2012 yılında “Pitch Perfect” filminde bol bol methedilimesi, reklamı yapılmasıyla hepten populer oldu. Filmin yönetmeni “Evde Tek Başına” serisinin de yönetmeni olan John Hughes’ken, başrollerini Paul Gleason, Emilio Esteves, Anthony Michael Hall, Judd Nelson, Molly Ringwald ve Ally Sheedy paylaşıyor.


Film beş öğrencinin okula gelmeleriyle başlıyor, bu beş öğrenci bütün populer Amerikan filmlerinden bildiğimiz klişe beş farklı karaktere sahip, biri serseri, biri inek, biri kimseyle konuşmayan ucube, biri sporcu ve tabiki bir populer kız. Bu öğrenciler disiplin meraklısı sert bir müdür tarafından cumartesi günü cezalandırılmışlar, kütüphaneye topladığı beş öğrenciden, yaptıklarını düşünmelerini ve kendilerini nasıl tanımladıklarını anlatan bir yazı yazmalarını istiyor müdür. Karakterler beş ayrı uç olunca aralarında çatışmalar kaçınılmaz oluyor tabi ki. Ama yavaş yavaş kendilerini  ve birbirileni tanımaya başlayıp belki asla olcaklarını düşünmedikleri bir duruma geliyorlar. Filmin sloganı “Onlar sadece bir kez bir araya geldi ama hayatları sonsuza kadar değişti.” Pazartesi ne olduğunu bilmiyoruz ama hiç birinin artık aynı insan olmadığını düşünmemiz zor değil sanırım.


Film en başta tiyatro oyunu olarak yazılmış, daha sonra filme uyarlanmış, bu yüzden zamanının gençlik filmlerinin aksine tek mekanda çekilmiş, yine de kült filmlerden olmayı başarmış ve günümüze kadar bu özelliğini korumuştur.

Unutmadan filmin ana soundtracki olan Simple Minds’tan “Don't You (Forget About Me)” yi dinleyip de sevmeyenimiz yoktur heralde. 

Filmi neden izlemeli?
-Gençlik filmi olduğu halde bizi “Amerikan Rüyası” klişelerine boğmadan, kendimiz hakkında bir şeyler görebildiğimiz samimi bir film olduğu için.
-Diğer gençlik filmlerinin aksine tek mekanda çekilip, yeni bir tarz yarattığı için.

Taha'nın Puanı;
Umut'un Puanı;

Günün Soundtrack'i: Laurence Anyways - A New Error


Güne erken başlayanlar için günün temposunu arttıracak, yeni başlayanlar için ise sabah enerjisi olacak bir soundtrackle günümüzü hareketlendirelim.

Laurence Anyways 2012 yapımı, Kanadalı genç dahi Xavier Dolan'ın üçüncü uzun metraj filmi. Dolan, bundan önceki kısa filmlerinin aksine oldukça uzun bir film çekerek, eleştirmenleri şaşırtmış ve filmiyle tam not almıştı.

İşte o müthiş filmden bir soundtrack; Moderat - A New Error
İyi dinlemeler, iyi günler.

Laurence Anyways - A New Error

19 Ağustos 2014 Salı

#5 - Spring Breakers


Fanusumuzdan bugün “Spring Breakers” çıktı. 2012 yapımı yönetmenliğini Harmony Korine’nin üstendiği “Bahar Tatili”nin başrollerinde James Franco, Vanessa Hudgens, Selena Gomez, Ashley Benson, Rachel Korine, Gucci Mane gibi popüler kültür “ürün”leri bulunuyor. 



Film, lise çağındaki dört kızın bahar tatilinde yaşadığı “sıradışı” olayları konu alıyor. Bu konuyu da ele alırken, türünün diğer örneklerinden öteye geçmeyi başaramıyor.
Popo ve meme sekansıyla başlayan film, çıplaklık, seks, çıplaklık, para, seks, seks, para, gangsterler, silah, para, çıplaklık, çıplaklık ve popo ve meme sekanslarıyla son buluyor. Bunun yanlış anlaşılmasını istemeyiz, sinemada erotizm ve çıplaklık her daim olabilir, fakat bunu araçtan çok amaç haline çevirince film basit üçüncü sınıf porno filminden farksız bir hale geliyor. Örnek vermek gerekirse, sinemada cinselliği ve erotizmi en iyi kullanan filmlerden biri olan “The Dreamers”da çıplaklık asla göze batmaz. Çünkü asıl amaç karakterlerin çıplak olduğunu izleyiciye göstermek değildir. Fakat “Bahar Tatili”nde karakterler “Hey, biz liseli çıplak kızlarız” diye bağırmaktadır. Bu da filmi ucuzlaştırmıştır.


Ayrıca sosyal medya üzerinde “Yıldız Tilbevari” hareketlerle sevimlilik yapan, sempati kazanmaya çalışan James Franco’nun da pek bir numarası olmadığını bu filmde anlamış bulunuyoruz fakat elbette Franco gibi bir oyuncuyu bir filmle yargılamak doğru olmayacağı için, o konuya pek değinmek istemiyoruz.

“Y Kuşağı” olarak adlandırılan kuşağı eleştirmek için bir film yapmaya kalkıp, eleştirdiği kavramları metalaştırarak ortaya “Bahar Tatili” gibi bir film çıkaran Harmony Korine’yi de anlamak pek mümkün değil doğrusu.

Bu filmi neden izlemeli?
-James Franco ve Disney kızlarını çıplak görmek istiyorsanız izlemelisiniz fakat bunun yerine herhangi bir porno da izleyebilirsiniz.
-Popüler kültür ürünü insanların her zaman başarılı işler çıkaramadığına tanık olmak için.

Taha'nın Puanı;
Umut'un Puanı;